Bölüm 60: Üçlü Yıldırım Tekniği
Çevirmen: Webnoveloku.com (Erdal Çakır)
“Geber”
Duruma baktığında, Chu Feng’in yüzü anında değişti. Aşırı kasvetli ve soğuk oldu. Bakıp saldırırken bağırdı, daha sonra yıldırım ışıkları bedeninden çıktı.
Yıldırım yılanları dışarı fırladı ve Chu Feng’in vücudunu sararak şekil aldı. Dilediği gibi 5 yıldırım ejderhasına döndüler. Onlar kükredi ve 5 çekirdek öğrenciye doğru gitti.
Her şey yıldırım gibi çık hızlı oldu. Su Mei bile ne olduğunu anlayamadı. O sadece ışıkla sarıldığını ve güçlü bir enerji dalgasının omu birkaç metre geri itip yere düştüğünü hissetti.
Başını kaldırıp baktığında, ışık çoktan yok olmuştu. Fakat önlerindeki sahne onu hayrete düşürdü. Ona saldırmaya çalışan 5 çekirdek öğrencinin yerde olduğunu şokla keşfetti.
Onların mavi elbiseleri tamamen yandı ve vücutları siyaha döndü. Artık nefes almıyorlardı ve vücutlarından yanık kokusu geliyordu. Onlar çok kötü şekilde ölmüştü.
“Bu… Bu… Bu…”
O anda Zhou Zhiyun’un yüzü kâğıt gibi soldu. Ağzı titremeyi durduramadı, gözleri tamamen açıldı ve şüpheyle söyledi.
“Bu efsanevi Üçlü Yıldırım Tekniğinin üçüncü sitili değil mi?”
“Ne? Üçlü Yıldırım Tekniğinin üçüncü stili mi? O sadece Azure Ejder Kurucusunun bildiği teknik değil mi? Yani… Chu Feng… Sadece…”
Zhou Zhiyun’un sözlerini duyunca, Su Mei dudaklarını kapamaya ve gözlerini açıp kapamaya engel olamadı. İki uzun kaşı kalktı ve inanılmaz bir şaşkınlık gösterdi.
Bai Tong, Ejder ve Kaplan kardeşler, Ye Taozi, Zhang Tingzi ve diğerlerine gelince, ağızları şaşkınlıktan açıldı. Chu Feng, kurucudan başka kimsenin bilmediği bir teknik öğrenmişti. Son derece şok edici bir haberdi.
O anda hatalı olduklarını anladılar. Chu feng’in gücüne ve yeteneğine tekrar tekrar şaşırıp hayran olmalarına rağmen, Chu Feng’e karşı görüşleri değişmeye devam etti.
Ancak bu sefer, Chu Feng’i hafife aldıklarını keşfettiler. Hepsinden daha genç olan bu genç adamın hayal güçlerini aşan bir yeteneği vardı. O inanılmaz güçlüydü ve hayranlık içinde iç geçirerek akıllarını kaybettiler.
Tek bir saldırıyla 5 çekirdek öğrenciyi yok ettiğinde ifadesi çok fazla değişmedi. Üçüncü yıldırım stilini zaten biliyordu ve bugün, öfkesini kullanarak onu kullanma fırsatı elde etti. Güç bakımından beklediği gibiydi çünkü 3.stil, 5.seviye bir tekniğe eşdeğerdi.
“ta, ta, ta” Su Mei’nin etrafındaki tehlikeyi hallettikten sonra, döndü ve biranda Zhou Zhiyun’a doğru yürüdü.
“Sen… Sen bir çekirdek öğrencisini öldürmeye cesaret ettin! Sen… Sen öldün!” Öldürme niyetiyle dolu Chu Feng’e bakınca, Zhou Zhiyun af dilese bile kaçamayacağını biliyordu.
“bzz” Aniden Chu Feng yumruklarından birini serbest bıraktı. Kalın bir yıldırım avuçlarına geldi ve Zhu Zhiyun’un sol bacağına çarptı.
“Ah…” Yanan acıyı hisseden Zhou Zhiyun, bir hayalet gibi ağladı. Sol bacağına baktı. Kömürleşmiş ve tamamen işe yaramazdı.
“Seni şer… Ah…” Başlangıçta küfretmek istedi fakat başka bir yıldırım sağ bacağına vurduğunda acıyla tekrar haykırdı.
Bunun ardından Chu Feng, üçüncü yıldırım stilini iki kez daha kullanarak Zhou Zhiyun’un dört uzvunu da mahvetti.
“Chu Feng, cesaretin varsa öldür beni. Hayalet olsam bile seni affetmeyeceğim!” Sonunda önüne gelen Chu Feng’e bakınca, Zhou Zhiyun’un bakışları öfkeyle doldu.
“Ho ho. Bana izin verdiğin için mi seni öldüreceğimi düşünüyorsun?” Chu Feng birdenbire güldü ve gülüşü çok yüksekti. Neye güldüğünü kimse bilmiyordu fakat kahkaha, Zhou Zhiyun’u çok huzursuz hissettirdi.
“Unutma. Zayıfın ölmeye bile hakkı yoktur.”
“bzz” Aniden yıldırım, Chu Feng’in parmağından Zhou Zhiyun’un ağzına vurdu. Zhou Zhiyun’un dilini yaktı ve ağzını kömürleştirdi. Dayanılmaz acılı bağırışı yankılandı. Fakat daha fazla bir şey diyemeden bayıldı.
“hu…”
Bu manzaraya batınca, Bai Tong ve diğerleri, bir avuç tükürüğü yutmalarına engel olamadılar. Boğazları düğümlendi ve soğuk terler yüzlerinden akmaya başladı.
Chu Feng’in metodu çok acımasızdı. O kadar acımasız ki, kalpleri soğudu ve akıllarından Chu Feng’in düşmanı olmamaya karar verdiler.
Chu Feng’in hareketlerinden dolayı herkes terlerini sildiğinde, aniden döndü ve parlak, güneş gibi gülümsemeyle söyledi.
“Ne kadar ileri gittiğimi biliyorum. Vücutlarında hala Ruhsal Boncuk var ve onlar biraz fazla toplamış gibi görünüyor. Orada yaklaşık 1200 tane Boncuk olmalı, yani herkes gidin ve onları bölüşün.”
Chu Feng’in sözüyle, Su Mei ve diğerlerini bir kez daha şaşırttı. İnsanların kaç tane Ruhsal Boncuğu olduğunu bakamadan bile biliyordu. Oldukça etkileyiciydi.
Chu Feng’in söylediklerine takiben, onlar gitti ve kömürleşmiş cesetleri aradılar. Aslında Ruhsal Boncukların hala sağlam olduklarını buldular fakat Kozmos çantaları mahvolmuştu. Ruhsal Boncuğun sayısı gerçekten de 1200 civarıydı.
“Chu Feng, toplamda 1380 tane Ruhsal Boncuk topladık. Çok fala aldık hepsi senin sayende, bu yüzden hepimiz 100 tane alacağız ve kalan 680 tanesi senin olacak.” Ye Taozi ellerini avuç yaptı ve Chu Feng’in önünde Ruhsal Boncukları getirdi.
Chu Feng’in Kozmos çantasındaki semboller döndü ve 600 Ruhsal Boncuğu içine aldı. Kalan 80 tanesini ise Su Mei’ye verdi.
“Ne yapıyorsun?” Su Mei anlamadı.
“Bunlar sana borçlandıklarım için. Bana önceden verdiğin Ruhsal Boncuk olsun ya da Kozmos çantası olsun, bedelsiz alamam.”
“Benimle çok açık şekilde hesaplaştın mı?” Su Mei biraz mutsuzdu.
Chu Feng’in böyle davrandığına bakınca Su Mei ilk önce ona boş boş baktı fakat dudaklarını bükerek 80 Ruhsal Boncuğu Kozmos Çantasına koydu.
Kazandıkları çok büyüktü ve onların hayal güçlerini aştı. Tabii ki onlar bu kadar Ruhsal Boncuğu Chu Feng sayesinde elde ediklerini biliyorlardı. Chu Feng olmasaydı, yaşama şansları bile olmazdı.
Grup mutluydu ve heyecanla geri dönerken, arkada kalan Chu Feng, aniden taş kapıyı kapamaya başladı.
“Chu Feng, ne yapıyorsun? Delirdin mi?” Bunu görünce Su Mei şaşırdı ve hemen bir şeyi anladı. Hızla geri koştu ama artık çok geçti.
“Beni Antik şehirde bekle, geri döneceğim ve sizi bulacağım.”
Chu Feng hafifçe gülümsedi ve bir patlamayla taş kapı kapandı. Su Mei ne yaparsa yapsın, küçük bir kıpırdama bile olmadı ve daha da açılmadı.