Bölüm 61: İmparatorluk Gökyüzü Tekniği
Taş kapı kapandıktan sonra, Chu Feng tünelde hala auralar hissedebiliyordu. Su Mei ve diğerlerinin gittiklerinden emin olduktan sonra herhangi bir endişe olmadan kayalığın zirvesine gitti.
Yol boyunca giderken, Chu Feng sis okyanusunun içine girmeye başladı. Sise yaklaştıkça, Chu Feng ruh gücünü saldı. Fakat sisin içinde garip bir gazın olduğunu keşfetti ve bu gaz, ruh gücünü huzursuz edip onu anlamasını engelliyordu.
Özellikle sisin içine girdikten sonra görüşünü beyazlık engelledi. Chu Feng’in gücüyle bile görüş açısı 10 metreyi geçmedi.
Ama neyse ki, sisin içinde onlarca metre gittikten sonra sonunda dibine geldi. Sis hala orda olmasına rağmen, kayalıkların üzerinde adım atma duygusu onu endişeden kurtardı.
“voş… voş… voş…”
Chu Feng Dünya Ruh Pusulasını çıkardı. Anında ışık zerreleri her yere yayıldı ve görüş açısı birkaç kat arttı. Bu şeyin ışığının çok garip olduğu söylenebilirdi. Sisin içinde gidilebiliyordu ve hazine avcılığı için gerçekten de garip bir eşyaydı.
“Tehlike her yerde gibi görünüyor.”
Dünya Ruh Pusulasının işaretlerine bakınca Chu Feng hangi yöne gitmesi gerektiğini biliyordu. Fakat aynı zamanda her yerde gizli tehlikelerinde olduğunu da biliyordu. Dikkatsiz bir hatayla ölebilirdi.
Neyse ki onun elinde Dünya Ruh Pusulası vardı. Yoksa onun gücüyle böyle bir yere girmesiyle çok şansı olmazdı. 9 canı olsa bile hepsini kullanırdı.
Dünya ruh Pusulasını tutarken, sis dolu bir alana doğru yürüdü. Chu Feng uzaktan belli belirsiz vahşi yaratıkların hırıltılarını duyabiliyordu. Ayrıca diğer garip bağırışlar da vardı. Acıyla bağıran insanlar bile vardı ve yardım için sesleniyorlardı.
Daha derine gittikçe yüksek sesler her yerdeydi. Sonunda Chu Feng yenen bazı cesetleri bile gördü.
O büyük baskın auraları hissedebiliyor ve yakında kükreyen vahşi yaratıkları duyabiliyordu. 9.seviye ruh âlemi uzmanlarından daha güçlü 9.seviye vahşi yaratıklardı.
Söylentilere göre, 9.seviye vahşi yaratık, vahşi yaratıkların en güçlüsüydü. Vahşi yaratıklardan güçlü olanlar, ruhsal doğaya sahip olan canavarımsı yaratıklardı.
Canavarımsı yaratıklar rastgele katliam yapmamalarına rağmen onların gelişimi vahşi yaratıklardan daha güçlüydü. İnsanlardan daha düşük olmayan hatta daha güçlü akıllılardı. Canavarımsı yaratıkların en önemli özelliği güçlü olmalarıydı. Canavar türünün en asil kana sahip, güçlü doğanlardı. Yeni doğan canavarımsı yaratıkların Köken Aleminde olduğuyla ilgili söylentiler vardı.
Daha güçlü canavarımsı yaratıklar, dilleri konuşabiliyor ve insan şekline bürünebiliyordu. Bazı yaratıklar derin dağları ve vahşi ormanları sevmezdi, bu yüzden insan şeklini alıp insan toplumu içinde insan gibi yaşarlardı. Onlar gerçekten ‘canavarımsı’ adını hak ediyorlardı.
Buranın her yerinde tehlikeler vardı ve İmparatorluk Gökyüzü Bilgesinin gücünü düşündükçe, bu bilgenin birkaç canavarımsı yaratığı yakalayıp bu mezarın içine bunları sokabilmesiyle, Chu Feng’in hiçbir şüphesi yoktu.
Neyse ki dikkatli bir şekilde tam 2 saat boyunca yürüdükten sonra önündeki sis yavaşça kaybolmaya başladı. Sisin dışına yürüdükçe sonunda, nihayet ‘bulutları dağıtıp güneşi’ görebildi.
“Ah… Sonunda dışarı çıktım. O anda Chu Feng bile derin bir nefes aldı. Önceki puslu topraklar cehennem gibiydi. İçinde olanlar eşsiz baskıyı hissedebilirdi.
“Lanet Olsun. Ne kadar büyük bu İmparatorluk Gökyüzü Bilgesinin mezarı ”
Başını kaldırıp bakınca, Chu Feng biraz çaresizlik duygusunu engelleyemedi. Gözünün önünde bekleyen hazineler yoktu. Sadece başka derin bir tüneldi.
Fakat tünel çok geniş ve çok parlaktı. Orada engin bir atmosfer vardı ve tünel boyu gittikçe başka bir kan kokusu dalgası Chu Feng’in burnuna geldi.
Bu koku son derece güçlüydü. O kadar güçlüydü ki, Chu Feng’in ruh gücü bu kokuyu tespit edememesine rağmen, bu koku hala üzerindeydi. Chu Feng Dünya Ruh Pusulasını elinde tuttu ve hiçbir tehlike olmadığını keşfettikten sonra ilerlemeye devam etti.
İleri gittikçe kan kokusu daha da güçlendi. Sonunda insanları kusturabilirdi. Chu Feng salona girdiğinde önündeki manzaradan hayrete düştü.
Salonda birkaç tane tünel vardı ve tünel sayıları, girişteki tünel sayılarıyla aynıydı. Hangi tünele girmiş olsan da, sis okyanusunu geçtiğin zaman sonunda hedefe varmış olacaktın.
Ancak tünelin dışında salonun ortasında bir merdiven vardı. Merdiven yukarı çıkıyordu ve sonu görünmüyordu. Açıkçası bu devam etme yoluydu.
Fakat önemli olan şey bu salondaydı. Farklı cesetlerden farklı güçler geliyordu. Onların güçlü olduğu görülebiliyordu. Bazıları Köken Aleminden uzmanlardı bile. Cesetlerin çoğu Bin Rüzgâr Okulunun öğrencilerine aitti ve bu mezarın içinde biraz zaman geçirdikleri belliydi.
Ama tuhaf olan şey, Bu kadar cesedin içinde hiçbir Azure Ejderha Okulundan kimse yoktu. Ölülerin görünümü çok kötüydü ve bu basit bir savaş olmadığını gösteriyordu.
Önündeki sahne biraz şüpheli olsa da Chu Feng, bu konuda fazla düşünmek istemedi. Sonuçta elinde Dünya Ruh Pusulası vardı ve pusula gösterdikçe güvende olacaktı, büyük olasılıkla hiçbir tehlike olmayacaktı. Bu yüzden Chu Feng ceset denizinin üstünden geçti ve merdiveni tırmanmaya başladı.
Fakat Chu Feng en üste ulaşmadan iki ses duydu. İki yaşlı insan olduğunu duyabiliyordu ve konuştukları onu Chu Feng’i mutlu ediyordu.
Uzun boylu merdivenin sonunda garip bir oda vardı. Garip olduğunu söylemesinin nedeni odanın özel olmasıydı. Çıplak gözle görülebilir soluk gaz odanın etrafında süzülüyordu.
Odanın ortasında iki kişi duruyordu. Yaşlı adamlardan biri beyaz saçlıydı ama bir çocuk gibi canlı bir yüzü vardı. Korkunç bir baskı vücudunun üstünden yayılıyordu. O Köken Aleminden bir uzmandı.
Diğer kişi beyaz, uzun bir cübbe giyiyordu. Cübbenin üzerinde kalın semboller vardı ve cübbe yüzünü kapatıyordu. Sadece kartal gibi iki gözü gözüküyordu. Azure Ejderha Okulunun Dünya Ruhçusu Yaşlı Zhuge’ydi.
Ama o anda ikisi de ayaktaydı ve hareket etmiyorlardı. Elleri yukarı kalkmıştı ve yüzlerinde ıztıraplı bir ifade vardı. Çünkü üstelerinde ki odanın tavanı çöküyordu.
Tavan altın kaplamaydı fakat soğuk bir hava yayıyordu. Oldukça ağırdı ve ikisi desteklemeseydi, et hamuru gibi ezilmiş olacaklardı.
“Gerçekten de Biz Rüzgâr Okulunun başkanı olmaya layıksın. Eğer burada olmasaydın, bu soğuk demiri korkarım ki tutamazdım.” Yaşlı Zhuge gülerek dedi.
“Adi herif. Kimsin sen? Sen oldukça kötüsün, Bin Rüzgâr okulu Yaşlılarının yaşamlarını kullanarak formasyonu kırdın.” Bin Rüzar Okulu başkanı öfkeyle doluydu. Şimdiki sahneyi düşündükçe daha da sinirlendi.
“Kim olduğum önemli değil. Senle ben birlikte çalışıp bu soğuk demiri kırmanın bir yolunu bulmalıyız yoksa burası bizim mezarımız olacak.” Zhuge güldü ve dedi.
“Seninle birlikte çalışmamı mı istiyorsun? Bunu düşünme bile!” Biz Rüzgâr Başkanı soğukça homurdandı. Gözlerinin önündeki alçak, gizemli birine inanmıyordu.